Nevruz'un Düşündürdükleri






     Dün 21 Mart idi. Baharın ilk günü, diğer bir deyişle Nevruz. Türkiye, içinde bulunduğu siyasi ve barış atmosferinde uzunca bir zamandır merak ve heyecan içinde bugünü bekliyordu. Eski yıllardaki gibi kavgalarla, çatışmalarla, ölü ve yaralı haberleriyle geçen değil, tam tersi barış ve kardeşilik duygularının hakim olduğu tarihi günlerden biriydi bu seneki Nevruz.

     Baharın gelişini her kesim coşkuyla kutladı. AK Parti, hazırladığı "Selam Olsun Bahara" klibi ve İstanbul'da düzenlediği şenlikle baharın coşkusunu yaşarken, MHP ise kongresini 21 Mart tarihine çekerek baharın gelişini "Bizimle Yürü Türkiyem" ana temasıyla kutladı.

    Ama sabah uyanıp televizyonu açan vatandaştan MHP'nin şenliğine katılan vatandaşa, fabrikaya giden işçiden ders çalışan öğrenci gençlere kadar neredeyse herkesin aklı, fikri, kulağı ve gözü Diyarbekir'de ve Diyarbekir'den gelecek haberlerdeydi.Her yıl Diyarbekir'in Nevruz Meydanında kutlanan baharın gelişi için insanlar yine oradaydı. Sadece Kürtler mi? Hayır. Türkiye'nin her bir yanından demokrasi, barış, kardeşlik için gelen insanlar o alanı doldurdu. Açılan Kürtçe, Türkçe, Lazca kardeşlik pankartları da gönlümüze su serpti.

    Dünkü Nevruz kutlamalarından konuşurken Barış Treninden bahsetmemek olmaz. Bir takım akademisyen, yazar ve aktivist tarafından atılan imzalarla yayınlanan bildiriyle kurulan Barışa Bak Platformu "Çözüm Sürecine Sivil Destek" amacıyla kurulmuştu. Barış Treni de 11 Mart 2015 tarihinde İstanbul Pendik'ten yola çıkmış, her gün başka bir şehre uğrayıp o şehirde barış hakkında paneller, yürüyüşler yapmış, barış ağaçları dikmiş ve her şehirden Diyarbekir'e sevgi ve kardeşlik mesajları taşımış, 20 Mart tarihinde Diyarbekir'e varmıştı. O trende bulunmak, Diyarbekir'e gitmek ve dün o meydanda olmak çok isterdim. İnşallah o günler de nasip olur. O trenin yola çıkmasında emeği olan, o trende bulunan, barış için kardeşlik için uğraşan o tüm isimleri tarih altın harflerle yazacak.

    Dünü "tarihi bir gün" yapan en önemli olay kuşkusuz Öcalan'ın yazdığı ve Diyarbekir'de okunan tarihi mektubuydu. Bu, Öcalan'ın yazdığı ilk mektup değil. 2013 yılından beri Öcalan Nevruzlarda okunmak üzere mektuplar yazıyor. (üç mektubun da tam metni : http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/2013ten-2015e-ocalan-mektuplari) Bu mektuplardan çıkan net sonuçlar var ki dünkü açıklamalarla birlikte bunlar iyice pekişti. Öncelikle, silah artık zamanını doldurdu. Atilla  Yayla'nın da dediği gibi, aslında silah hiç olmamalıydı. Öyle ya da böyle, 40 yıllık bir savaş, bir çatışmanın artık adım adım sonuna geliyoruz. Bundan sonra, hepimizin üstüne  düşen sorumluluklar var.

    Şunu anlamalıyız ki, "Kürt sorunu" dediğimiz sadece bir terör veya güvenlik meselesi olarak görülmemeli. Laf gelimi, PKK silah bıraktı, Kürt sorunu bitti anlayışı kesinlikle yanlış. PKK'nın silah bırakması, Kürt sorununun çözümünde yol açıcı en önemli adımlardan biri sadece. Eğer bu tarz bir hataya düşüp, siz silah bırakın bu iş biter moduna girmek sakıncalı  sonuçlar doğurur. Öcalan'ın da üstünde ısrarla durduğu gibi, Kürt sorunu aynı zamanda bir kimlik, bir kültür sorunudur da. Bu bağlamda dünkü mektupta bulunan "Çatışmacı, tüketici, yıkıcı milliyetçiliği ve onun doğurduğu ulus devletleri aşmak gerekmektedir" şeklinde yaptığı fanatik milliyetçilik ve  ulus devlet eleştirisi çok önemli. Aynı zamanda, yüz yıllık parantezin temelini oluşturan kimlik konusunda da yaptığı "Açık demokratik kimliklerle bir ortaklaşmaya geçmek mecburiyeti" yorumu da büyük önem teşkil ediyor.

    Dün Diyarbekir'de Öcalan'ın mektubu sayesinde dillendirilen "Ortadoğu Birliği" aslında hem Ortadoğu'ya hem de İslam coğrafyasına çözüm olacak bir altın formül. Güçlü bir Türk ve Kürt birlikteliği, Ortadoğu'ya barış, huzur ve kardeşliği getirebilir, İslam coğrafyasını tekrar ayağa kaldırabilir.

    Dün okunan Öcalan'ın mektubunda aslında PKK'ya silah bırakmak için tarih verileceği ama son anda bunun mektuptan çıkartıldığı söyleniyor. Bülent Arınç, dün yaptığı açıklamada Erdoğan'a imada bulunma ihtiyacı bile hissetmeden "Yapılan o açıklamalar olmasaydı, mektup acaba nasıl olurdu" diyerek eleştirisini gösterdi. Evet, Erdoğan gibi "Milletin umudu" olarak görülen birisinin çıkıp da "Bu olaydan rahatsızım, böyle olmasını doğru bulmuyorum, bunun yapılması beni rahatsız ediyor" demesi hoş olmuyor. İstese, istediği şekilde istemediği şeyleri engelleyebilir. Son zamanlarda Kürt sorunu ve çözüm süreci ile ilgili yaptığı açıklamalar akıllarda kafa karışıklıklarına sebep olabiliyor. Barışa düşman olan medyaya ise büyük bir malzeme veriliyor. Hiç gerek yok. Ama Bülent Arınç'ın da çıkıp böyle bir açıklama yaparak "Ertuğrul Kürkçü"leşmesi hiç hoş değil.

    Denizi geçip, derede boğulmanın hiçbir anlamı yok.

"Gelin, dostlar,
Yeni bir dünya aramak için çok geç değil,
Gün batımının ötesine ulaşmak için.
Yeri göğü sarstığımız
Eski günlerdeki kadar güçlü olmasak da,
Hala mangal gibi yüreğimiz var.
Zaman ve kadar güçsüz kılsa da bizi,
Sapasağlam bir irademiz var;
Çabalamak, aramak, bulmak
Ve pes etmemek için" 




                                                                                           Mustafa Ali Aykol 22.03.2015

Yorumlar