Türkiye'nin din ve devlet ilişkisi problemi


Son haftalarda kutlu doğum haftası etrafında bir tartışma dönüyor.  Öncülüğünü Türkiye Gazetesi'nin yaptığı bir grup, kutlu doğum haftasının bir bid'at (Dinde olmayan, dine daha sonra eklenen şey) olduğunu söylüyor. Kutlu doğum haftasının hicri değil de miladi takvime göre kutlanmasının (Fetullah Gülen'in doğum gününe denk getirilmesinin hedeflenmesi ile) bir FETÖ projesi olduğunu iddia ediyor  ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bu yanlıştan geri dönmesi gerektiğini söylüyor.  Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ise bu tartışma ortaya çıktığı ilk andan itibaren kutlu doğum haftasını savunma ve karşı tarafa taşlama yapma çabasında.

Ben bu tartışmadan yola çıkarak, asıl tartışmamız gereken konuyu tartışacağım. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın varlığını ve gerekliliğini sorgulayacağım bu yazıda.
Türkiye'de din ve devlet ilişkisinin merkezinde duran kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı, 1924 yılında, halifeliğin kaldırılmasının ardından bir proje olarak kuruldu. Kuruluş amacı devletin resmî İslam anlayışını kitlelere dayatmak ve camileri kontrol altında tutmaktı. Camiler yıllarca siyasete  malzeme oldu ve hala da oluyor.

Devletin din ve din kurumları üzerinde hakimiyet kurduğu ve din adamlarını yetiştirip "beslediği"  bir düzen oldukça tehlikelidir. Böyle düşünmemin birkaç sebebi var.

Birincisi, din adamlarının "memur" olması en çok dindarlara zarar verir. Memur olarak devlet çalışanı olan cami imamları içinden "Ben Ateistim ama imamlık benim mesleğim."  diyenler ya da camiden çıkıp konser vermeye giden "imamlar" türeyebilir.

İkincisi, devletin din ve din kurumları üzerinde hakimiyet kurması dinin değişmesine ya da bozulmasına sebep olabilir. Bu bilinçli ya da bilinçsiz şekilde yapılabilir. 80 darbesinden sonra Diyanet İşleri Başkanlığı maskesinin altına sığınılarak değiştirilen sahur vakitleri, kutlu doğum haftası adında bidatlerin ortaya çıkarılışı gibi örnekler bu dediğimi açıklar niteliktedir.

Bahsettiğim endişelerimi en iyi açıklayan maddelerden biri Cuma hutbeleri, yani tüm Türkiye'de her cuma ortak hutbe okutulmasıdır. Bu hutbeler tek merkezden çıkarak tüm ülkeye dağılır ve tüm camilerde aynı hutbe okunur. Bu uygulamanın zaman zaman siyasete malzeme olduğunu görüp fark etmiyor değiliz. Düşünün, 15 Temmuz darbe girişimi başarıya ulaşsaydı ve FETÖ yönetime gelseydi Cuma günleri merkezden gönderilen ve okunması zorunlu olan hutbelerden neler dinleyecektik?
Devletin dini faaliyetlere sponsor olması Türkiye'ye özel bir durum değil. Din ve devlet işlerinin tamamen ayrıldığı bir örnek yok denebilir. Batı demokrasileri de dahil olmak üzere neredeyse her ülke dini kurumları regüle eder. (Bunun doğruluğu ayrı bir tartışma)

Bu anlamda, Türkiye devletinin dini hizmetler için bütçe ayırması istisna değildir. Fakat Türkiye'deki problem; Diyanet üzerinden, Türkiye'de devletin dini üretimi tekeline almasıdır. Türkiye'de yasal olarak tüm imamların devlet memuru olmak zorunda olması Türkiye'ye özgü bir garabettir. Diyanet'in kademeli olarak reforme edilmesi ve özerkleşmesi ise öncelikli bir gündem maddesi olmalıdır. Türkiye'de dini faaliyetlerin devletten bağımsız olabilmesinin önü açılmalı ve bu anlamda din alanı sivilleşmelidir.

Sakarya Yenihaber Gazetesi, 26 Mayıs 2017
http://www.sakaryayenihaber.com/m-turkiye-nin-din-ve-devlet-iliskisi-problemi-10189.html

Yorumlar