Her şeyi devletten beklemenin dayanılmaz hafifliği

tarım toplumu ile ilgili görsel sonucu
Günümüzde "devlet" olarak adlandırılan mekanizmanın tarihi, insanlığın avcı,toplayıcı/göçebe yaşam tarzından yerleşik/tarımsal yaşam tarzına geçişine dayanır. Yerleşik hayata geçen insanlar arasında özel mülkiyet kavramının doğduğu kabul edilir. Tarih biliminin ortaya koyduğu güçlü kanıtlarla desteklenen bu varsayım, insanların bir arada barış,huzur ve refah içerisinde yaşamaları için hukukun ortaya çıktığını göstermektedir. Hukukun ortaya çıkması, -en ilkel anlamıyla- devletlerin doğuşunu sağlamıştır.   Kısaca devletlerin ortaya çıkışı şöyle özetlenebilir ; yerleşik hayat  beraberinde özel mülkiyeti getirmiş, özel mülkiyet kavramı hukuku doğurmuş ve hukukun hakimiyeti ile birlikte 'devletler' ortaya çıkmıştır. 


Yani devletler, asılları itibariyle insanların mal, mülk ve canlarını; her türlü iç ve dış soygunculardan korumak için, yine insanlar tarafından oluşturulmuş beşeri mekanizmalardır. 

İnsan grupları bir araya gelerek, belirli bir toplumsal sözleşme etrafında devletler oluşturmuştur. Binlerce yıllık insanlık tarihi boyunca, devletler birçok değişime uğramıştır. Bu süre zarfında devletlere çeşitli  anlamlar yüklenmiş, çok farklı devlet modelleri ortaya konulmuş, pratiğe geçirilmiş ve devletlere -asıl ortaya çıkış sebepleri unutularak- bambaşka görevler verilmiştir. Bu süreç zarfında devletler, hukukun hakimiyetini -bilinçli ya da bilinçsiz- çoğu kez ortadan kaldırmış, insanların mal,mülk ve canlarını koruması gerekirken insanların mal, mülk ve canlarını yağmalayan bir yapı haline gelmiştir.

Günümüz dünyasında devletler hantal bir yapıdadır zira devletlere sanattan spora, bilimden teknolojiye, eğitimden sağlığa çok farklı görevler yüklenmiştir.  Devletçi, totaliter ideolojilerin altın çağı olarak bilinen 20. yüzyıl, devletlerin yapısına çok büyük zararlar vermiştir. Yüzyılında başında ortaya çıkan milliyetçilik akımları, ulus devletleri ortaya çıkarmış, ulus devletler aşırı devletçi politikaları ile birer zulüm yuvasına dönüşmüştür. İki dünya savaşının ortaya çıkışı ve sonuçları bunu daha iyi göstermektedir.  İnsanlık tarihinin en büyük zalimleri, diktatörleri bu yüzyılda devletçi/totaliter ideolojilerin hakim olduğu ülkelerde ortaya çıkmıştır. Yirminci yüzyıl her ne kadar tarihte kalmış olsa da, bu yüzyılda popüler olan totaliter ideolojilerin insanlığa verdiği zararların sonuçlarını hala insanlar çekmektedir.

Batı dünyası,içlerinde yaşadıkları karışıklılıklar ve özellikle kilise hegemonyasından  kurtulmalarının ardından devletlerin sınırlanması gereken bir güç olduğunu fark edip sivil alanı genişletirken, doğu toplumları bunu gerçekleştirmede başarılı olamadı. Bunun en önemli sebebi, doğu toplumlarında devletlere kutsallık atfedilmesiydi. 

Türk modernleşmesindeki eksiklikler ve problemler; Türkiye'nin ne bir doğu ülkesi olmasını sağladı ne de bir batı toplumu ortaya çıktı. Bunun etkileri hala görülebilmektedir. Siyaset biliminde devletin alanı ile sivil alan birbirinden farklı ve birbirini tamamlayan bir görüntüdedir. Yani devletlerin sosyal yaşama müdahale alanı ne kadar azalırsa, sivil alanın, vatandaşların gücü ve özgürlüğü o kadar artar. Maalesef ki Türkiye'de zaten az olan sivil alanın da çok büyük bir kısmı devlet hegemonyası altındadır. Türkiye'de ne STK'lar 'sivil' kuruluşlar, ne odalar, ne vakıflar. Bunlar da yarı devlet kurumu gibi çalışmalarına devam ediyor ve bu durum Türkiye açısından bir problem teşkil ediyor, o da şu: Devlet, her şeyi yapabilecek bir güç olarak görüyor ve her şeyin yapılması devletten bekleniyor.  'Kültür faaliyetlerini devlet yapmalı, eğitimi devlet vermeli, toplumun ahlakının bozulmasını devlet önlemeli' gibi saçmalıkları sık sık duyarız bu sebepten. Oysa minimum seviyede iktisat bilgisine sahip olup, devletlerin (yapıları itibariyle) aslında bir fabrikayı bile yönetemeyecek hantallıkta oluşunu fark edebilsek her şeyi devletten beklemekten vazgeçebiliriz.   

Sakarya Yenihaber Gazetesi, 11 Ağustos 2017

Yorumlar