Bir şişe kola üzerinden özgür toplumu düşünmek*

      bir şişe kola ile ilgili görsel sonucu
        Havanın sıcak olduğu bir günde buz gibi kolanızdan bir yudum alın ve arkanıza yaslanın.
Öyle bir ürün düşünün ki, hem inanılmaz lezzetli hem de bir hayli ulaşılabilir olacak. ABD başkanından İngiltere kraliçesine, Ronaldo'dan Nadal'a herkes bunu içecek. Dünya üzerinde ismini bilmeyen, tadını tatmamış neredeyse kimse olmayacak. Girmediği ev, satılmadığı bakkal/market kalmayacak. 
İsterseniz Dünya'nın en zengin insanı olan Bill Gates olun, o paranızla  köydeki bir çiftçinin içtiği koladan daha iyi bir kola içemeyeceksiniz. Ya da o köydeki o çiftçi olduğunuzu düşünürsek, kolanızı yudumlarken bileceksiniz ki Dünya'nın her yerinden zengin-fakir herkesin içtiği bir içeceği yudumluyorsunuz.
Öyle ki, New York Times'ın haberine göre, Amerikan tarihindeki en büyük terör saldırısı olan İkiz Kuleler faciasının mimarı Usame bin Ladin öldürüldüğünde evinde kola şişeleri bulunmuş.
Özgür bir toplumun temel ilkelerinden biri de 'daha fazla' eşitliktir.  Özgür toplumların ekonomik canlılığından en çok istifade edenler yoksullardır. Özgür toplumlar, ekonomik açıdan özgür olmayan ülkelere kıyasla daha eşittirler.   
Serbest piyasa kapitalizmi, beraberinde daha fazla eşitliği getirir. Fakat bu eşitlik, bir maddi eşitlik dayatması değildir.  Zira, maddi eşitlik dayatması hem adil değildir hem de özgürlüklerin önünde bir engeldir.
Özgür bir toplum, adil bir toplumdur. Her insan, insan olduğu için başta doğal haklar olan hayat, hürriyet ve mülkiyet  olmak üzere bir takım haklara sahiptir. İnsanların hayatına, malına ya da özgürlüğüne herhangi bir saldırı olduğu zaman özgür bir toplumda bunun yargılanması ve cezalandırılması adil bir süreç içerisinde gerçekleşir. İnsanlara gelir eşitliği dayatmasında bulunmak, insanların farklı emeklerini ve çabalarını aynı kalıba sokmaya çalışmak anlamına gelir ve adaletsizlik yaratır. Günümüz hukuk sistemlerinin babası sayılan Magna Carta anlaşmasında bunun açık örnekleri gözükmektedir:
" İnsanların mallarının tümüne ya da bir kısmına devletçe el konulması yasaktır. Kendilerinin izni olmadan vatandaşların malları kullanılama, dağıtılamaz, paylaştırılamaz."
Bir insanın özgür olup olmaması, onun ekonomik açıdan özgür olup olmamasına bağlıdır. Büyük liberal düşünür Friedrich August von Hayek bu durumu "Ekonomik açıdan özgür olmayan bir birey, hiçbir açıdan özgür değildir." diyerek açıklamıştır.
Peki maddi eşitlik dayatması neden adil değildir ve özgürlükleri kısıtlar? Eamonn Butler bu soruyu "Serveti veya geliri eşitlemeye yönelik herhangi bir çaba üretimi ters yönde etkiler" diyerek cevaplar. İktisadın evrensel kuralları vardır ve bunların başta gelenlerinden bir tanesi de devletlerin ekonomiye -iyi niyetle de olsa- yaptığı müdahalelerin çoğu zaman niyetlenilmemiş olumsuz sonuçlar doğurmasıdır.
Gelir eşitliği adil değildir ve insanın, tabiatın yapısına aykırıdır. Bunun sebebi bazılarının sandığının tersine emeğin sübjektif bir değer olmasıdır. İnsanoğlu var olduğundan beri emek hep üretimin merkezinde olmuştur. Bu sebeple "emek" hakkında birçok tartışma yapılmış, farklı fikirler ortaya atılmıştır. Temelde "hak" ile "emek" kavramları arasındaki ilişki üzerine farklı yaklaşımlar zaman içinde gelişmiş ve şekillenmiştir. Bu tartışmaların temelindeki soru şudur; "Üretimde emeğin payı nedir?" 
Popüler söylem, emeğin tek değer olduğu yönündedir. Emeğin tek değer olduğunu söyleyen özellikle sol tandanslı  görüşler, emeğin objektif bir değer olduğunu da iddia ederler.  Bu görüşten yola çıkarak, işverenlerin çalıştırdıkları işçilerin emeklerinin tam karşılığını vermediğini , vermedikleri kısmı kendileri alarak zenginleştiklerini söylerler. Diğer bir deyişle işverenlerin işçileri sömürdüklerini iddia ederler. Emeğin, emekçiye verilmeyen kısmından yola çıkarak geliştirdikleri bu fikri de 'artık değer teorisi' olarak adlandırırlar.
Sol yelpazedeki her görüş gibi, bu da ilk duyulduğunda insanlara genellikle mantıklı gelmektedir. İşçi sendikaları, işçi örgütleri ve birçok insan bu görüşten yola çıkarak 'hak' arayışına girmektedir. Fakat olay bu kadar basit değil. Zira bu noktada emek kavramı üzerine tartışmak gerekmektedir. Bunun sebebi, yaygın olan görüşün aksine tek değer emek değil.
Tek değerin emek olmadığını en iyi anlatan olay 'R. Owen romantizmi' olarak adlandırılan olaydır.  Bundan iki asır önce emeğin tek değer olduğunu düşünen İngiliz asilzadesi Robert Owen, emeğin 'sömürülmesini' önlemek amacıyla kendi fabrikasında çalışan tüm insanların emeklerini  emek-saat birimi üzerinden değerlendirmeye çalışmıştır. Fabrikada çalışan herkesin bir saatlik emeğine aynı değeri biçmiş ve çok geçmeden iflas etmiştir.
R. Owen romantizminin ya da emek-saat biriminin çökme sebebi, temelde emeğin objektif bir değer olmamasında yatmaktadır. Marksistlerin iddia ettiğinin aksine emek, objektif değil son derece sübjektif bir değerdir. Her şeyden önce emek olarak adlandırılan işlem solcuların sandığı gibi sadece 'kas gücü'nden oluşmamaktadır.
Özgür bir toplum, insanların emeğinin sübjektif bir değer olduğu, piyasa şartları içerisinde karşılık bulup insana kazanç sağladığı bir toplumdur.
İbn Haldun'un tespitini yaptığı üzere beşeriyet; avcılıktan, tabiatın tahribatından başlayarak sıra ile önce çobanlığa, sonra toprak tarımına, daha sonra da ticaret ve sanayi hayatına geçerek bugünlere gelebilmiştir. Bu süreç zarfında muhteşem bir tecrübe birikimi olmuştur ve insanlık tarihi bu tecrübelerden faydalanarak kendini geliştirmiştir/geliştirmektedir. Zamanla insanların yerini makineler, kas gücünün yerini motorlar almaya başlamıştır.
Üretimde tek faktör 'kas gücü' değildir. Bugün üretilen ve bize ulaşan hizmetlerde geçmiş nesillerin payı vardır. Objektif bir emek değerinden söz edilecekse, onların hakkı nasıl ödenecektir? Bir saat çalışan her insan aynı değerde mal, hizmet ve eser üretememektedir. Bu doğanın kanunudur. Emeğin sübjektif bir değer olmasının sebebi,değerini arttıran ve azaltan arz-talep ilişkisi gibi faktörlerin bulunmasıdır. Üretimde sadece emeğin değil, sermayenin, teşebbüsün ve icatların da (teknolojik gelişmelerin)  payı vardır ve bunları görmezden gelerek yapılacak her tespit bizi yanılgıya düşürecektir. 
Serbest piyasa kapitalizminin egemen olduğu özgür bir toplumda her birey, sübjektif bir değer olan emeğinin karşılığını almak konusunda fırsat eşitliğine sahip bir konumda olacaktır. Özgür bir toplumda, bireyler karşılıklı rızaya dayanan mübadele sayesinde değer üretirler. Özgür bir toplumda kazan-kazan yöntemi vardır ve iki taraf da kazançlı çıkmayacaksa o iş gerçekleşmez. Bireyler, çıkarlarını göz önünde bulundurma özgürlüğüne sahiptirler.
Özgür bir toplumda bireyler ancak diğerleri ile iş birliği yoluna giderek, onların istediği ürünleri sağlayarak ve karşılığında kendi istedikleri şeyi alarak zenginleşirler.   Özgür bir toplumda mutlak yoksulluktan bahsetmek zordur. Yoksulluk, hiçbir zaman tam olarak yok edilemeyecek bir gerçektir. Fakat yoksulluk azaltılabilir. Yoksulluğun azaltılması konusunda en başarılı sistem, serbest piyasa kapitalizmidir. Çünkü piyasa umuttur. Özgür bir toplumda fakir insanların önünde fakirlikten kurtulmanın farklı yolları mevcuttur. 
Özgür bir toplum, devletlerin piyasaya yani insanların yaşamına keyfi müdahale edemeyecek şekilde kısıtlandığı toplumlardır. Devletlerin ortaya çıkışı, özel mülkiyetin içeriden ve dışarıdan gelebilecek her türlü soygun girişimine karşı belirli alanlarda yaşayan insan topluluklarının bir araya gelmesine dayanır. Bu birliktelik sayesinde, devlet denilen yapı ortaya çıkar ve insanlar bu devlete kendilerinin can ve mal güvenliğini sağlamaları için silah ve para verirler. Fakat bunu yapmakla birlikte, soygunculardan kaçarken aslında daha büyük bir soygun potansiyeli olan bir canavar yaratırlar. Devlet dediğimiz şey, sonuçta yine toplumun içinden insanların oluşturduğu bir yapıdır ve o insanlara, toplumu korumak için verilen güç eğer iyi bir şekilde sınırlandırılmazsa bu güç toplumda yaşayan insanların üzerinde bir baskı aracına dönüşebilir.  Yani özgür bir toplum, devletin sadece kendi görevini yapacağı ve keyfi müdahalelerde bulunamayacağı, devletlerin bu şekilde kısıtlanmış olduğu toplumdur.
Kısacası özgür bir toplum, toplumdaki en zengin insanın da en fakir insanın da aynı lezzetteki bir şişe kolayı yudumlayabilmesinin fırsatını yaratan bir toplumdur.

*Bu yazı, Liberal  Düşünce Topluluğu tarafından her yıl düzenlenen yazı yarışmasına bu sene gönderdiğim metindir.

Yorumlar