Ölüm üzerine düşünmek

ölüm ile ilgili görsel sonucu

Rahmetli Selim Gündüzalp bir yazısında şöyle diyor;

“Ölüm ne ki?

Kavuşmak olduktan sonra…

Hayat ne ki?

Sonunda ölüm olduktan sonra…

Ölüm ne ki?

Ebedî bir vuslata çıkan bir yol olduktan sonra…”

Gerçekten de öyle. Her ne kadar üzülsek de kaybettiğimiz için yakınlarımızı, bir bakıma da sevinmiyor değiliz kurtuldular dünyanın meşakkatinden diye.
Ölüm, bir gerçek. Her canlı, doğup, büyüyüp bir gün ölüyor. Hiç kimse ebedi değil.  Merhum Mehmet Selahaddin Şimşek’in deyişiyle “Azrail, ebedin ebesi.”
Henry David Thoreau şöyle der; “Ormana gittim çünkü bilinçli yaşamak istiyordum. Derin yaşamak ve hayatı iliğine kadar özümsemek istiyordum. Hayata dair olmayan her şeyi bozguna uğratmak için ve ölüm anım geldiğinde aslında hiç yaşamamış olduğumu fark etmemek için.” Ölüm anı geldiğinde aslında hiç yaşamamış olduğunu fark etmeyenlere ne mutlu!
İnsan için, kucağında büyüdüğü, şefkatini, merhametini her zaman üzerinde hissettiği, annesini, babasını, ninesini ebedi aleme uğurlamak kolay değil. Ama ölüm, biz onu ne kadar unutsak da hepimizin kaderi. Her ölüm, bize kendi ölümümüzü hatırlatır bir bakıma. Hayatı verene de, ölümü verene de şükürler olsun.
“Her nefis ölümü tadacak!” Bunu hepimiz biliyoruz, ama pek azımız, üstünde düşünüyoruz. Nefis, kendini bu kesin hükmün dışında tutmak istiyor. Ölümü hatırlasak bile başkaları için hatırlıyoruz. Unutmak için de elinden geleni yapıyoruz. Nereye kadar? Ölümü düşünmek  zorundayız. Ölmeyi öğrenmek, onun öğrencisi olmak zorundayız.

Yorumlar