İfade Hürriyetini Yeniden Hatırlamak



İfade hürriyeti, bireylerin herhangi bir konudaki düşüncelerini herhangi bir baskı ya da kısıtlama altında kalmadan belirtebilmesi ya da herhangi bir konuda düşüncelerini belirtmeme hakkıdır.
Tarihe baktığımızda; tarihin her döneminde Dünya'nın her bir noktasında ifade hürriyeti az ya da çok şekilde var olmaya çalışmıştır. Yine tarihsel gelişim bize göstermektedir ki, Dünya'nın neresinde ifade hürriyeti başta olmak üzere birtakım insani haklar ne kadar çok gözetilirse, oradaki gelişme daha büyük çaplı olmuştur.

Peki ifade özgürlüğünü savunmamızın tek sebebi toplumsal gelişmeye fayda sağlaması mı? Hayır. Bundan çok daha basit ve çok daha geçerli bir savımız var: İnsan olmak. İnsanı insan yapan özelliklerin başında düşünme yetisi gelir. Eşrefi mahlukat olan, sistematik düşünme yetisine sahip tek canlı olan insanın ifade özgürlüğünün kısıtlanması bu sebeple en nihayetinde bir insan hakkı ihlalidir.

İfade hürriyeti üzerine yazılmış bir manifesto niteliğinde olan Özgürlük  Üzerine (On the Liberty) isimli kitapta büyük düşünür John Stuart Mill, ifade hürriyetinin zorunlu olduğunu dört ayrı sebebe bağlı olarak ifade etmiştir. Mill'in kitapta yer verdiği dört gerekçeye göz atalım:

Birincisi; herhangi bir düşünce susmaya mecbur edilirse; bu düşünce, bizim kesin olarak bilebileceğimiz şeylere rağmen doğru olabilir. Bunu kabul etmemek yanılmaz olduğumuzu zannetmektir.

İkincisi; susturulan düşünce yanlış bile olsa, bunda bir kısım hakikatlerin bulunması mümkündür. Nitekim pek çok defa da bulunmuştur. Yani herhangi bir konuda ortak genel düşüce veya üstün gelen düşünce nadiren hakikatin tamamı olabilir ya da hiçbir zaman olamaz. O halde hakikatin geriye kalan kısmının tamamlanması ihtimali ancak karşıt düşüncelerin çarpışması yoluyla gerçekleşir.

Üçüncüsü; doğruluğu inkar edilemez kabul edilen düşünce yalnız doğru değil, aynı zamanda gerçeğin bütünü bile olsa o düşünceye kuvvetle ve ciddi olarak itiraz edilmesine katlanılması gerekir ve hatta bilfiil itiraz edilmelidir. Aksi halde onu değişmez bir hakikat diye anlayanların çoğunca gerçek sebepleri pek az anlaşılarak ve hissedilerek o düşünceye bir peşin hüküm tarzında inanılır.

Dördüncüsü; asıl doktrinin kendi anlamını kaybetmesi, zayıflaması ve insan karakteri ile hareket tarzı üzerindeki hayati etkisini yitirme tehlikesi vardır. Dogma, bütünüyle etkisiz gereksiz yer işgal eden fakat herhangi hakiki ve yürekten duyulan bir kanaatin akıl veya kişisel tecrübe yoluyla açığa çıkmasını yasaklayan, sadece görünüşte bir kabul halini alır.

Görülmektedir ki, bireylerin ifade hürriyetlerinin etkisi sadece bireyler ile, yaşadıkları toplumla ya da yaşadıkları çağla ilgili olmayabiliyor. Galileo'nun susturulması sadece bir bireyin susturulması demek değildi. İnsan medeniyeti ve gelişmesinin önüne koyulmuş bir engeldi.

Hiçbirimiz, bilginin tekeline sahip değiliz. Hiçbirimiz yanılmaz, mutlak doğrulara sahip değiliz. Belki de böylesi çok daha güzeldir. Sürekli olarak keşfedilecek, yanlışlanacak, doğruluğu kanıtlanacak şeylerin olduğu bir Dünya, aksine göre çok daha çekici geliyor.

Dünya'da ve Türkiye'de ifade hürriyetinin alanı ve kapsamı giderek daralırken, bu gerçekleri hatırlatma ihtiyacı duydum. Unutulmamalıdır ki ifade özgürlüğü, insanların duymak istemeyebileceği şeyleri dahi söyleyebilme özgürlüğüdür. Ve bu özgürlük hepimize lazım.

Yorumlar